Hepimiz biliriz ki hiç bir şey yaşadığımız ortamda pat diye olmaz. Ne işimizde, ne aşımızda, ne toplumda ne de umuru hariciyede yani dış işlerinde. Genel olarak yaratıcının koyduğu bir sistem var kainatta. Sünnetullah olarak bildiğimiz Allahın yasaları akıp gider tabii mecralarında. Bu yasalar bir kanuni ilahi serencamında fıtrat, talim, terbiye, tertip, düzen, adalet, hakkaniyet, imtihan, merhamet ve hikmet üzere tecelli eder. Hani geçmişte aile büyüklerimiz, hocalarımız bazı konular üzerinde konuşurlar, tartışırlar ve sonunda kimi zaman bir karara varırlar ve icra ederler, kimi zaman da karara varamaz, ne yapacaklarını bilemez işler muallakta kalırdı. Karara varamadıkları zaman neticede şöyle derlerdi ‘’vardır bir hikmeti, bekleyip görelim bakalım’’ deyip susarlar, işi akışına bırakırken yine de iyiyi bulmak için gayret ederler ve sonrasında olayın hangi etkenlerle sonuçlanacağını, zamanla nasıl çözüleceğini dikkatle ve ibretle beklerlerdi. Netice hasıl olunca da düşündükleri ya da tartıştıkları şeyin haricinde veya paralelinde bir sonuç çıktığında ise ‘Allah Allah ne umduk ne bulduk hayret’ diye ondan ibret alırlar, tecrübe edinmiş olurlar ve konuyu daha iyi anlamış olarak sonuca razı olup ondan ders çıkarırlardı. ‘Olanda hayır vardır’ deyip teslim olurlardı.
Temiz toplum düzeninde önce bireyin değişimi esastır. İnsan olarak ben, sen, o ve hepimiz yani bizler insan merkezli ve hazreti insan hedefli olarak bir asl’a göre hareket etmeliyiz.
İnsan yetiştirmenin standartları var mıdır, varsa nelerdir?
Kur’an; özelde insanın, genelde ailelerin, toplumların, sistemlerin sosyolojik temelli değişimlerinin hep bireyden başladığı hakikatına özellikle dikkat çekilir. İnsan olarak Adem, Havva ve onların çocukları Habil, Kabil, iyilikte önder şahsiyet olan Kur’anda ismi geçen tüm peygamberler, kötülükte zirve olan kişilere direkt temasla beraber (Firavun, Nemrut vs) ve dolaylı olarak anlatılan bazı kişilerden de bahsedilir. Yani konu insan, aile, toplum ve değişim süreçleri.
Rad Suresi 11. Ayette (Bir toplum kendisindekini –iç dünyalarında taşıdığı gerçek karakteristik niyet duygu ve gayretlerini iyi ve güzele yönlendirme istek ve arzularını harekete geçirme eyleminde bulunmadıkları sürece- değiştirmedikçe Allah onlarda bulunanı değiştirmez- direkt müdahale ederek değişim sürecini harekete geçirmez.) şeklinde ilginç bir saptama yapar asırlar öncesinden. İlk insandan beri insanoğlunun ahlaken tekamül süreci gelişerek devam ediyor. Son Peygamber Muhammed aleyhisselam da’ Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’ buyururlar. Yani önce ahlak ve maneviyat hem bireyde hem de toplumda büyük önem arz ediyor. Ahlaksız ve manevi değerlerden uzakta kalan eğitim, ticaret, siyaset, idare aklınıza ne gelirse gelin hepsini yan yana koyun insanlığa bir şey kazandırmış olmuyor. İş ahlakına dikkat etmeyen tüccar, eğitim ahlakından habersiz akademisyen, aile mahremiyetine saygısız bir baba, bir anne, ebeveyn hakkına saygı duymayan ahlaksız bir evlat ne anlam ifade eder insanlık için? Aileler de önceliğimiz hem kendimiz hem de çocuklarımız için öncelik mutlaka ahlak ve maneviyat olmalı…
Kendi eksiğini bilmek gibi irfan olmaz demiş büyüklerimiz. Aslında içimizdeki vicdan hakimi ile eksiklerimizin büyük kısmının farkındayız. Bu bakımdan kendimizin eksiğini görüp, eksikliği giderecek bir bilgi anlayış arayış ve kavrayış da olarak değişime kendi isteğimizle kendimizden başlamalı ve bunu istikrarlı bir çizgide sabır ve metanetle icra etmeliyiz.
Yeni Toplum Sürecinde Medine Örneği
Medine’nin önceki ismi Yesrip idi. Yesrip’in insan, aile ve sosyolojik bakımdan değişim süreci tebliğ için gönderilen kaliteli öğretmenlerle inşa edildi. Fert, fert bir eğitimle ahlakı önceleyen bir tarz ile başladı. Zamanla doğru ve ahlaklı fertlerden aileler oluşturdu toplum. Doğru ve ahlaklı ailelerden çocuklar doğdu, doğru kişilikli ferdin tavrı aileye hakim olup sokağa yansıdı. Ahlaklı fertler aile yuvasını inşa etti. Ticarete, siyasete, komşuluğa, hakkın ve hakikatin icrasına tesir etti bu oluşum. Ve Yesrip Medine oldu.
Medine ne demek? Medine; aslında kelime olarak ‘dinin uygulandığı yer, hukukun uygulandığı yer, medeniyetin üretildiği yer gibi anlamlara da geliyor.
Bedeni ve ruhu vahyi ilahi ile hemhal olmayan insanın cismani şehri İslamın hakim olmadığı zamandaki Yesrip’e benzer. Şirkle, cahili örf adetlerle donanmış Yesrip’e benzer. Tevhid davetine icabet ederek kabul edip mümin olan insan artık Yesrip olan nefsini, bedenini, nefsani arzularını, ahlaki yapısını Medineye çevirmeli. Nefsini medeniyete, ahlakını Medine’nin sosyolojik yapısına uyar hale getirmeli. Şehrin sosyolojik hareketlerine medeni bir ayar vererek Medineleşen bir toplumla ‘şerefül mekan bil mekin’ standardına uygun bir kişiliğe ulaşmalı toplum. Kutsal değerlerin, hukukun adalet ve hakkaniyetin bir değer olarak bireysel kimliğinde ortaya çıkan insanların oluşturduğu aile kurumu hem nicelik hem de nitelik anlamında çoğalarak hem şehrin (Medinenin) medeniyet hedefine varmasına hem de insanın medenileşmesine beşiklik etmeli. Medeni insanların oluşturduğu Medine artık ahlaki ve sosyolojik anlamda fıtrata uygun bir olgunlaşma sürecine yol almaya başlar ve o zaman toplum Medeni, şehir Medine olur.
Medenileşen bireylerin oluşturduğu toplumun yaşadığı şehir Medine olunca bu toplumda adaletsizlik olmaz, açık veya gizliden suç işlenmez, zulüm olmaz, kaba kuvvetin tahakkümü olmaz, yaratılışına uygun kanunları gönderen tek Allah inancının emirlerinin olduğu kutsal mesajların baş tacı edildiği bir iman ve teslimiyet fertten aileye aileden topluma, toplumlardan idarelere her şeye kuvvetle hakimiyet şehre can suyu gibi gelir. Bu sıralama etkili bir şekilde fert ve aile eğitimi ile düzenli bir süreç halinde devam eder. Artık toplumda iman merkezli, adalet, hesap verilecek bir gün olan ahiret hedefli bir sistem hakim olmuştur. Güven tesis edilmiştir. Hayal gibi sanki değil mi? Olur mu böyle bir şey , olmuş mu hiç diyenler olabilir. Ama olmuş uygulanmış ve yaşanmış bir zamanlar…
Koptuk Gidiyoruz!
Ailemizden koptuk, baba olarak, anne olarak, evlatlar olarak, kan bağımız olan yakınlarımızdan uzaklaştık. Güven ve huzur kalemimiz olan ailemiz her açıdan savunmasız kaldı. Baba; daha farklı bir iş, çok gelir getiren kazanç, kariyer, yeni bir hayat ve çevre için koşuştururken; anne de hakeza iş, kariyer, para, yeni bir çevre, farklı bir statü için yelken açtı kontrolsüz okyanuslara. Yanlış anlaşılmasın sadece birisi değil her ikisi de dünyevi bir kazanç metaforunun çevresinde kontrolsüz elektron gibi uçuyor.
Aileyi kuran bireylerin ahlak ve maneviyat yoksunluğu nikah bağını, aile mahremiyetini, saygıyı, sevgiyi, iffeti, helal- haram sınırlarını, sabrı, affetmeyi, ibadet ve dua zamanlarını, ibret alma ve kanaat etme duygusunu geçmişten günümüze şeref ve itibar diye taşıdığımız pek çok şeyi savurdu, israf etti ve hatta ne yazık ki yok oluş sürecine soktu. Çok ucuza değiştik kadim değerlerimizi. Geleneksel değerlerle olsa bile anne babaya saygıyla, eşine ünsiyet ile muhabbetle, aşkla, sevgiyle, güzel hayallerle kurduğumuz aileyi; işe, güce, arabaya, lükse, konfora, kariyere, statüye, farklı çevrelere ait olma komplekslerine değiştik. Aileyi kuran anne ve baba adayları olarak kendi ellerimizle, dikkatsizliğimizle kapitalizmin oyununa gelerek dünyaya daha çok sahip olacağız duygusuyla önce Allahın bir emaneti olan çocuklarımızı akabinde eşlerimizi kaybederek müsrifçe harcadık. Dünyayı kazanacağız derken hem dünyamıza dair maddi ve manevi huzurumuzu hem de ahirette umduğumuz ebedi saadetimizi kaybetme noktasına geldik.
Allah’ın bize lütfettiği çocuklarımız!
Onları daha sevip koklamadan hemen doğumlarından birkaç ay sonrasında anneler olarak onları kariyer uğruna, para kazanma gailesiyle nasıl da kreşlere bıraktık? Gece çocuğunun ağlama ve uyanma sesine hiç stres yapmadan merhametle, sevinerek kalkıp evladına kudreti ilahinin tecellisi olan sütü verirken ona ayırdığı tüm zamanını bir ibadet bir cihat sayan anneler kime bıraktı yavrularını? Hepimizin ilk öğretmeni olan annelerimiz annelik makamına dair o kutsal yerlerini kime bıraktı? Merhametin, doğruluğun, helal haram bilgisi ve öğretisini verenlerin ilki annelerimiz nerelere gitti? Hangi kalabalıklarda kayboldu? Ya bu duruma göz yuman ve bir çözüm üretmeyen, üretemeyen babalar neredeler?
Anne adayları, anneler; okumalı eğitimli olmalı, haklarını bilmeli, yarınlarını garanti edecek meslekleri olmalı, bedenlerine ve ruhsal yapılarına uygun işlerde çalışmalı, hem yarı zamanlı çalışıp hem de tam gün ücret almalı. Bu sağlanmalı, dünyada ki tüm sistemler ama öncelikle Müslüman ülkelerdeki sistem bunu yerine getirmeli. Hatta bunu ilk önce benim ülkem yapmalı. Anne adayına, anneye değer verilmezse, anne eğitimli, edepli, saygın olmazsa sonunda bilelim ki önce analar gider sonra aile ve akabinde vatan gider kutsal ne varsa yok olur gider. Toplumların yaşama, ayakta kalma ve devam etme iksiri ana’dır. Bir bakıma tüm mevcudatta da öyledir hayatın devamı adına. Ana varsa ve ana sağlamsa, toprak temizse ürün sağlam, nesil sağlam süreç garanti altında demektir. Aksi durum yok oluştur.
Aile Planlaması ve Kadına Hürriyet Adı Altında Aileyi Planlı Yok Ediş Başladı
Bir de aile planlamalarına dair kesif bir deneme başladı batıdan ve kuzeyden. Kadın metalaştırıldı hürriyet ve özgürlük, ekonomik güç ve imkan adıyla. Bu iş erkekle olmazdı, kadın daha cazip ve geçmiş yılların bunaltılmışlığı ile özgürlük havuçu ile bu denenebilirdi. İnsan ve cinlerden oluşan büyük şeytan bu cazibeyi kullanmanın iyi sonuç vereceğini biliyordu. Ve ailede ki temel unsur olan kadın her yönüyle kullanılmaya uygundu. Planladılar ve başardılar. Eğitimli denen dünyada ki kadınlar da bu rüzgara bilinçli ya da bilinçsiz teslim oldu. Evlilik, çocuk aile gibi değerleri Avrupa hoyratça kullanıyor ve her geçen gün çeşitli yarışmalar ve reklamlarla kadın annelik formasyonunu kaybettiği gibi zamanla kadınlığını bile kaybedecek bir hale evriliyordu. Avrupa merkezli şer mantalitesi kadını medya ve şehvet piyasasına dahil ederek çok kazanma ve kullanma planları yaptı, nikahsız yaşama, flört, metres hayatı, para kazan da nasıl olursa olsun, kariyerin daha önemli vb şeytani davetlerle kadını annelik merkezinden uzaklaştırmaya yollar denedi. Nüfusu azaltalım çok fazla, insan daha konforlu yaşasın dendi. Reklam tutmuştu. Kimi güç ve şer merkezleri çok paralar kazandı. Bu süreçte önce kadın kimliğini kaybetti. Kimliğini kaybeden kadın aile kurmaktan uzaklaştı. Çünkü anne olmak aile kurmak fedakarlık gerektiriyordu. Hayat kısa idi bu kadar fedakarlığa değer miydi? Modern sistem ise haz toplumunu reklam ediyordu. Reklam tutmuştu ama hesap edilmeyen durum yani nüfus azalması ülkelerin milli güvenlik sorunu haline gelmişti
Yönetimler nüfusun azalmasıyla hatayı nerede yaptığını fark etti. Kadını ihmalin, kadını şehvet aracı olatak kullanmanın, nikahsız yaşamanın ve aile kurumunun yok edilmesinin sonucu olduğunu geçte olsa fark etti. Aile olmadan toplumun olmayacağını hazlara terk edilen kadın, kimliğini kaybederse kendini kaybeden bir toplum oluşacağını fark ettiler ve aileyi teşvikle ilgili büyük bir U dönüşü için manevra yapmaya başladılar. Çocuk yapın diye maddi pek çok yardımlar devreye girmeye başladı. Maneviyat ve değer merkezli olan aileyi konfor, lüks, şehvet ve hürriyet aldatmacası ile yıkan güçler maddi teşvikle bu yaranın telafi edilemeyeceğini hala bilemiyorlar. Ya da bilerek aile kurumundan geride kalanlar içinde yıkım devam ediyor…
(Devam edecek)