Sevgili Dostlar,
Dinimiz sevgi ve merhamet dinidir. Hem insanlara hem de hayvanlara karşı sevgi ve merhameti elden bırakmamalıyız. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Allah Teâlâ rahmetini yüz parçaya ayırmış, doksan dokuzunu kendi katında bırakmış ve bir cüzünü yeryüzüne indirmiştir. Halk bu parçadan (aldığı hisseden) dolayı birbirine acırlar. Hatta kısrak, yavrusuna dokunur (da bir yerini acıtır) diye, (onu emzirirken) ayağını kaldırır.” demiştir. (Buhari, Edeb, 19.)
İslam dini sadece insanlara değil diğer canlılara karşı da merhametli olunmasını istemekte, onların aç ve susuz bırakılmasını yasaklamaktadır. Ecdadımızın hayvanların bakım, tedavi ve her türlü ihtiyaçları için vakıflar kurduğunu unutmamalı bu hassasiyeti bizler de devam ettirmeliyiz. Onlara merhametle davranmak imanımızın
gereğidir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Merhamet edenlere, Cenab-ı Hakk merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet ediniz ki göktekiler de size merhamet etsin.” demiştir. (Tirmizi, Birr, 16.)
Hem sokak hayvanlarına hem de varsa evimizde baktığımız hayvanlara sevgi ve merhametimizi esirgememeli onların yiyecek ve içeceklerini en güzel şekilde karşılamalıyız. Hayvanları eğlence malzemesi yapmak, kurban keserken nazik davranmamak, yük hayvanlarına fazla yük yüklemek, zevk için avlamak gibi hayvanlara her türlü eziyeti dinimiz yasaklamıştır. Günümüzde insanlıktan nasibini alamamış bazı kimselerin hayvanlara vurduğuna ve farklı eziyetler ettiğine şahitlik etmekteyiz. Hayvan hakları en kapsamlı şekilde yasalarla güvence altına alınmalı ve bazı vicdansızların yaptığı yanına kalmamalıdır. Yüce Allah’ın sessiz ve günahsız kulları olan hayvanlara kötü davranandan daha kötü kim olabilir? Oysa bizim ecdadımız karıncayı bile incitmezdi. Şu örnek bunun en açık göstergesidir: Kanuni Sultan Süleyman, hocasına şöyle diyordu:
“Meyve ağaçlarını sarınca karınca, Günah var mı karıncayı kırınca?”
Hocası Ebussuûd Efendi soruyu şöyle cevaplıyordu:
“Yarın Hakk’ın divanına varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca.”
Görüldüğü gibi koskoca padişah fetva alamayınca ağaçlarına zarar veren karıncaları öldürmemiştir. Bu dünyada biz insanların ne kadar yaşam hakkı varsa en az o kadar hayvanların da yaşam hakkı olduğunu unutmayalım. Betonlaşmanın zirvede olduğu şehirlerimizde bu dostlarımızın hakkına girmeyelim. Onların doğal ortamlarına zarar vermeyelim. Şehir planlaması yaparken onları da plan ve programımıza dâhil edelim. Büyük Allah dostu Bayezîd’in (k.s.) şu davranışı da ne ibretliktir: Bayezîd-i Bistâmî Hazretleri (k.s.) bir yolculuk yapıyordu. Yorulunca biraz dinlenmek için bir ağacın altında mola verdi. Azığını çıkardı. Yemeğini yedi. Namazını kıldı. Sonra yoluna devam etti. Epey yol gittikten sonra torbasının üzerinde gezinen birkaç karınca gördü. Anladı ki bu karıncalar mola verdiği yerdeki karıncalar idi. “Eyvah! Ben bu karıncaları yerlerinden yurtlarından ettim. Benim yüzümden şimdi gurbet hayatı yaşayacaklar.” diye düşünerek bulunduğu yerden hemen yönünü tekrar geldiği yöne çevirdi. Epey bir yol gittikten sonra mola verdiği yeri buldu. Sonra da karıncaları yerlerine koyarak tekrar yolculuğuna devam etti.
Hayvanların kendi özel dünyaları olduğunu, Rabbimizi zikir ettiklerini ve bazı manevi hâllere vâkıf olduklarını unutmayalım. Gözümüzden perde kaldırılsa ve bazı hâllerini görebilseydik onlara hizmetin ne büyük bir şeref olduğunu daha iyi kavrayabilirdik. Bu anlamda şu ne güzel bir örnektir: Rivayet edilir ki büyük Allah dostu Bişr (k.s.), Bağdat sokaklarında yalın ayak dolaştığı için hiçbir hayvan Bağdat sokaklarına pislemezmiş. Bir gün bir hayvanın sokağa pislediğini gören ârif bir kişi hayvanın bu davranışından dolayı “Bişr vefat etti.” demiş. Gerçekten de çok geçmeden Bişr’in vefat haberi gelmiş. Bir Allah dostuna böyle hürmet gösteren hayvanların iç âlemi boş olabilir mi? Elbette olamaz. Ya Kıtmîr’in sadakatine ne demeli? Yıllarca Ashâb-ı Kehf’in başında bekleyen, Yüce Allah’ın ismini Kur’an’da andığı ve Sevgili Peygamberimizin cennete gireceğini bildirdiği Kıtmîr. Onun için hem Sevgili Peygamberimiz hem de onun izinden giden sâlih kullar hayvanlara hizmeti en önemli hizmetlerden saymışlardır. Yaratandan ötürü yaratılanı sevmişler ve onların kendilerine zimmetli olduğu şuuru ile onlara hizmeti kendilerine en büyük görev saymışlardır. Büyük Allah dostu Şâh-ı Nakşibend Hazretleri (k.s.) uzun yıllar yaralı hayvanlara hizmet etmiş, onların bakım ve tedavisi ile ilgilenmiştir. Onlara şefkat, sevgi ve saygıda çok hassas davranmıştır. O derece ki Allah’ın herhangi bir mahlûku karşısında olduğu yerde durur önce onun geçip gitmesini beklermiş. Bütün bu hizmetleri neticesinde nasıl bir hâle ulaştığını kendisi şöyle bildiriyor: “…Öyle bir hâl tecellî etti ki onların inilti suretinde hazin hazin sesler çıkarıp Hakk’a ilticâ etmelerini hisseder hâle geldim.”
Özellikle sorumluluğunu aldığımız bir hayvanı aç ve susuz bırakmak Allah’ın razı olmadığı bir davranıştır. Örneğin evimizde bir kedimiz varsa ona ne kadar güzel bakarsak Allah da bizden o kadar razı olur. Bir kediye kötü davrandığı için cehennemlik olan kadını unutmamalıyız. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir kadın, eve hapsettiği kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı.” (Buhari, Bed’ul-Halk, 17.)
İyiliğin küçüğü büyüğü yoktur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Sakın hiçbir iyiliği küçük görme...” demiştir. (Müslim, Birr, 144.) Belki de bizim küçük gibi gördüğümüz bir iyilikten dolayı Allah bizden razı olacaktır. Onun için her iyilik tek başına çok değerli ve büyüktür. Bir köpeğe yaptığı iyilikten dolayı Allah’ın rızasını kazanan adamı da unutmamalıyız. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Vaktiyle bir adam yolda giderken çok susadı. Bir kuyu buldu ve içine indi. Su alıp dışarı çıktı. Bir de ne görsün bir köpek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyordu. Adam kendi kendine: “Bu köpek de tıpkı benim gibi çok susamış.” deyip hemen kuyuya indi, mestini su ile doldurdu ve mesti ağzına alarak yukarıya çıktı ve köpeği suladı. Onun bu hareketinden Allah Teâlâ hoşnut oldu ve adamı bağışladı. Sahabeler: “Ey Allah’ın Resulü! Bizim için hayvanlardan dolayı da sevap var mı?” dediler. Resul-i Ekrem (s.a.v.): “Her canlı sebebiyle sevap vardır.” buyurdu. (Müslim, Selam, 153.) Şu da ne güzel bir örnektir: Sevgili Peygamberimiz Mekke’nin fethi için ordusuyla Medine’den hareket etti. Yolda giderken yavrularının üzerine kapanarak onları emziren bir köpek gördü. Ordusunun bilmeden köpeğe ve yavrularına zarar verebileceği endişesi ile sahabelerden Cuayl bin Suraka’yı (r.a.) yanına çağırarak o köpeğin başına nöbetçi olarak görevlendirdi. Ordunun yolu da yana kaydırıldı. Ordu, köpek ve yavrularına zarar vermeden geçişini tamamlayana kadar o sahabe, hayvanların başında nöbet tuttu. Böylece köpek ve yavruları hiç rahatsız olmadı. Ne mutlu bizlere ki hayvanlar rahatsız olmasın diye ordusunun yolunu değiştiren merhametin zirvesinde olan bir Peygamber’in ümmetiyiz. Bizlere düşen de Sevgili Peygamberimiz’in bu uygulamalarını devam ettirmektir.
Netice olarak diyebiliriz ki iyilik eden iyilik bulur. Kur’an-ı Kerim’de buyurulduğu gibi: “İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir?” (Rahman, 60.) Kötülük eden de kötülük bulur. Atalarımızın “Rüzgâr eken fırtına biçer.” sözünü unutmayalım. Öyleyse ne incitelim ne de incinelim. Kedimizden köpeğimize kadar tüm mahlûkat bize emanettir ve hepsinden mesulüz. Fudayl bin İyaz (k.s.): “Şayet bir kul iyilik ve ihsanların her şeklini yapsa da sahip olduğu tavuğu ihmal etse muhsinlerden yazılmaz.” demiştir. Unutmayalım ki insan, hayvan ve bitkilere yapacağımız iyilikler bizi iki cihanda da mutlu edecektir. Selam, sevgi ve duayla...